Osmanlı Devleti İlginç Kesitler

Osmanlı Devleti için hep sağda solda şu padişah şöyleymiş bu padişah böyleymiş atar tutarız, bazen yüceltir yere göğe sığdıramaz, bazen de kendi atamızı aşşağılarız, onlarında
birer insan olduğunu ve özel hayatları ile değil, yaptıklarıyla anmamız gerektiğini unutuyoruz. Padişahlarımızın hayatlarından rivayet işte bir kaç kesit

Aşağıda anlatılan olayların çoğu Evliya Çelebi, Katip Çelebi, İbn-i Battuta, Aşık Paşazâde, Oruç Bey vs. gibi ve o dönemi aktaran Avrupalı bazı tarihçi gezginlerin kuvvetle seyahatname ve eserlerinden iktibas yapılmıştır. Lakin günümüze anlaşılır dilde uyarlayan ve olayları bir araya toplayan merhum tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun “Tarihimizde Garip Olaylar” isimli eserinde bulabilirsiniz.

* On yedinci asırda Osman Dede isminde bir meczup, Aksaray’da Yeniçeri kulluğunun önündeki kaldırımda tam elli yıl, yaz ve kış demeden anadan doğma çıplak vaziyette oturmuştu. Yerinden yalnız geceleri, zaruri ihtiyaçlarda kısa bir zaman için ayrılırdı.

Bir gün tebdil gezen müstebid hükümdar Dördüncü Murad’a:

– Murat!… Murat!… Dul ananı nikahla bana verir misin?

Diye laf atmış, bu amansız padişahtan anası Kösem Sultan’ı istemişti. Herkes Osman Dede’nin derhal idam edileceğini tahmin etmişti. Fakat Sultan Murad saraya döner dönmez bir kriz geçirdi; bu kendisinin ölümüne sebep olacak olan siroz krizi idi. Nitekim hemen yatağa yattı. Osman Dede bir müddet sonra, mahut kaldırım üstünde eceliyle öldü.

* Yine onyedinci asır ortalarında İstanbul’da bir “Elekçi Delisi” vardı. Adı bilinmeyen bu deli, her gün üç dört tane eleğin tellerini koparıp bükerek, kağıt helvası, peynirli pide gibi yerdi.

* Yine aynı asır ortalarında İstanbul’da Deli Mehmet lakaplı bir derviş vardı. Geceleri, en sert rüzgarlı havalarda sokağa, fener yerine şamdanla çıkar ve gideceği yere kadar şamdanın mumunu söndürmezdi. Derviş Mehmet kışın kar ve buz üstünde de yalın ayak dolaşırdı.

* Tarihimizde kayıtlı en müthiş oburlardan biri Üçüncü Selim’in düşmanlarından “Aygır İmam” lakabı ile meşhur Derviş Efendi isminde bir softadır. Bu adam, bir sefer iki okka pastırmanın üzerine 40 yumurta kırdırarak birlenger pastırmalı yumurta yemiş; fakat koca lengeri sıyırdıktan sonra dili şişmiş ve dili ağzına sığmayarak ölmüştü.

* Hicri 1028 (Miladi 1618)Budin ValisiKarakaş Mehmed Paşa’dan gelen bir mektupla Macaristan’da daire şeklinde siyah bir bulut belirip, bu buluttan kan gibi kırmızı bir yağmur yağdığı ve her biri 3-4 kantar ağırlığında kara taş gülleler düştüğü yazılıydı.

* Sultan Dördüncü Mehmed, Trakya’da bir köylü çocuğu görmüştü. On dört yaşındaki bu oğlanın sol bacağı, ayak bileğinden diz kapağına kadar keçi gibi kıllıydı. Padişah çocuğa 100 altın hediye etmişti.

Osmanlı Devleti zamanında İstanbul

Osmanlı Devleti zamanında İstanbul

* On altıncı asrın namlı ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Ağa, yetmiş beş yaşında iken bir gün Okçular başına gidip ok ısmarlamıştı. Esnaftan bir delikanlı:

– Pehlivan!… İhtiyarladın… Kolunda yay çekecek kuvvet kaldı mı ki!? diye sormuş. Ahmet Pehlivanda atını çarşının kapısına sürmüş, kapıdaki zincirlere kollarıyla asılmış ve bacaklarını atının karşısına sarmış, kollarını kısınca, kendisiyle beraber koca atı da yerden havaya kaldırmış ve gülerek:

– Oğlum!.. Bazularımda azıcık bir şey kalmış gibi!.. demişti.

* Lâle devrinin en namlı çiçekçisi, esnaftan Tabak Ata isminde bir adamdı. Tabak Ata, gayet güzel 80 çeşit lale yetiştirmişti. Sarayların bahçelerine soğanların çoğu ondan alınırdı. Fakir bir adam iken lale soğanı satarak İstanbul’un sayılı zenginlerinden olmuştu.

* On beşinci asırda Bursa’da Molla Rüstem ölürken, 14 yaşındaki oğluna yüzyıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin (altın) hesap ederek. 3.600.000 altın gibi muazzam bir miras bırakmıştı. Bu mirasyedi çocuk, babasından sonra ancak yedi yıl yaşadı ve bütün paralarını yedi. Yalın ayak, perişan, kebapçı çırağı oldu ve sefalet içinde bir hamam külhanında öldü. Bu parayı nasıl harcadığına bir misal zikrederler: Bir gün 100 florine tazı satın alır. Bir bağda tavşan olduğunu haber verirler, haberciye 100 florin verir, tavşanı ininden çıkaran adamada 100 florin verir, fakat tazı tavşanı tutmaz, Molla Rüstem oğlu da tazıyı kılıçla ikiye böler.

* On dokuzuncu asır müverrihlerinden Esat Efendi çok yaşlı olduğu halde, kışa rastlayan bayramlarda bayram tebriki için, kayığına tandır koydurtur ve saraydaki bayram tebriki merasimine giderdi. Protokole o kadar düşkündü ve kendisini unutturmak istemezdi.

* Sümbül çiçeğinin mor renklisinin katmerlisi, ilk defa olarak on yedinci asırda büyük Türk âlimi Katip Çelebi tarafından elde edilmişti.

 

* Fatih Sultan Mehmed cülus ettiği zaman bir kuyruklu yıldız görünmüştü; papa o zaman yıldızı “Türk ve Müslüman dostu zındık yıldız” olarak aforoz etmişti. Bu kuyruklu yıldızın sonra Halley kuyruklu yıldızı olduğu öğrenildi. Balkan Harbinde Bulgarlar Çatalca’ya kadar ilerlerken Halley kuyruklu yıldızı yine görünmüştü. O zaman kilise adamları: “Türklerin uğur yıldızı göründü; Bulgarlar yine mağlup olacaklar!..” demişti; ve hadiselerde böyle oldu. Çatalca muharebesini kazandık. Balkanlı müttefikler arasına nifak girdi. Edirne’yi Bulgarlardan geri aldık.

* İkinci Mahmud zamanında Eminönü hamallarından Kürt Ali isminde bir adam, büyük ayak rekorunu kırmıştır: Tabanı elli santim boyunda idi ve bir gün kundurasının içine kundaklı bir çocuk koymuşlar, rahat rahat sığmıştı.

* Çok genç, tüysüz yeniçeri neferlerine “Civelek” denilirdi. Civelekler sokağa, kadınlar, kızlar gibi yüzlerine bir nikab (peçe) koyarak çıkarlardı. Bir civeleğin sokakta peçesini kaldırmak yalnız yüzüne bakmak, bir kadına veya kıza yapılmış hakaret gibi tecavüz sayılır ve buna cesaret eden derhal hapse atılırdı.